28 Mayıs 2025

Gazze'de Yaşanan İnsan Hakları İhlalleri Üniversitemizde Anlatıldı

Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Muhammed Hüseyin Mercan ve Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurulu (TİHEK) üyesi Muhammet Ecevit Carti, Üniversitemiz BESST-İVAL'25 etkinlikleri kapsamında "Gazze'de İnsan Hakları İhlalleri" konulu konferans verdi.

İnsan Hak ve Hürriyetleri Topluluğu ile Araştırma-Geliştirme Topluluğu iş birliğiyle Mavi Salon’da düzenlenen konferansa Rektör Yardımcımız Prof. Dr. Mehmet Başalan, dekan ve dekan yardımcılarımız, akademik ve idari personelimiz ile öğrencilerimiz katıldı.

Saygı Duruşu ve İstiklal Marşı’nın okunması ile başlayan program, İnsan Hak ve Hürriyetleri Topluluğu ile Araştırma-Geliştirme Topluluğu hakkındaki bilgilendirme sunumu ile devam etti.

Programın açılış konuşmasını yapan Rektör Yardımcımız Prof. Dr. Mehmet Başalan, “Bugün, Üniversitemizde çok kıymetli iki misafiri ağırlıyoruz. Hafta başından bu yana gerçekleştirdiğimiz Bilim, Eğitim, Sanat, Spor ve Teknoloji Festivali kapsamındaki etkinliklerimizi hep birlikte ilgiyle takip ediyoruz. Pazartesi günü bu salonda ilk programımızı gerçekleştirdik. Konuğumuz, “Türkiye’nin Filistin Sorunundaki Dış Politikası” başlıklı sunumuyla Sayın Dr. Murat Yılmaz’dı. Bugün ise alanda iki duayen konuğumuz bizlerle: Üniversitemizin kuruluş sürecinden bu yana yanımızda olan kıymetli dostumuz Muhammet Ecevit Carti hocamız ve Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Muhammed Hüseyin Mercan. Değerli hocalarımız geçtiğimiz aylarda çok önemli bir eser ortaya koydular: ‘Gazze’de İnsan Hakları İhlalleri’ başlıklı bu çalışmayı pek çoğunuz dijital olarak da inceleme fırsatı buldu. Bugünkü konuşmalar, bu eserin içeriğini temel alacak ve aynı zamanda Türkiye genelinde düzenlenecek bir konferanslar serisinin de ilk adımı olacak. İlerleyen dönemde benzer programların farklı şehirlerde de yapılacağını, hatta yaz tatilinde memleketlerinizde bu programlara denk gelebileceğinizi şimdiden paylaşmak isterim. Bugün burada konuşulacak konu ne yazık ki sadece bir haber başlığı değil, insanlığın ortak vicdanına dokunan bir dramdır. Bu topraklarda yaşananların, ekranlara sığmayan gerçeklerinin arka planını, bugün değerli hocalarımızdan birinci elden dinleyeceğiz.” şeklinde konuştu.

Program, TİHEK tarafından hazırlanan Filistin'de İnsan Hakları İhlalleri ve Gazze Soykırımı Raporu ile ilgili video gösterimi ve sonrasında TİHEK üyesi Muhammet Ecevit Carti ve Doç. Dr. Muhammed Hüseyin Mercan’ın konuşmaları ile devam etti.

“Bu mücadeleyi hem bireysel hem de kurumsal düzeyde sürdürmeye kararlıyız”

Gazze izlenimlerini katılımcılara anlatan TİHEK üyesi Muhammet Ecevit Carti, “Türkiye’nin yakın dönem tanıklıklarını yaşayan bir gözlemci olarak, sizlerle Filistin üzerine yaptığım saha ziyaretine dair üç temel tespiti paylaşmak istiyorum. Birincisi, bu ziyaretler sırasında çocuklarla birlikteydik. Onları annelerinin yanında gördük. Ancak yaşlarına kıyasla çok daha küçük bedenlerle, yıpranmış ruhlarla karşılaştık. 10 yaşında olduğunu söyleyen çocuklar, görünüş itibariyle 6-7 yaşında gibiydi. Savaş, çocukluklarını elinden almıştı. İkinci olarak, çok farklı sosyal çevrelerden insanlarla görüşme fırsatımız oldu: eğitimli-eğitimsiz, yaşlı-genç, kadın-erkek. Her kesimden insanın tanıklıkları, Gazze’de insanlık onurunun nasıl ayakta kalmaya çalıştığını bize gösterdi. Benim için bu ziyaret, akademik bir misyonun ötesinde insani bir farkındalık ve bir tür vicdan eğitimi oldu. Üçüncüsü ise, ‘insan hakları’ kavramının içinin ne denli boşaltıldığını ne kadar araçsallaştırıldığını daha açık biçimde gördük. Bundan bir yıl önce birçok akademik metinde insan hakları, evrensel bir ilke, devletler üstü bir meşruiyet zemini olarak tanımlanıyordu. Fakat bugün geldiğimiz noktada, bu kavramın bazı devletler için sadece söylemsel bir araçtan ibaret kaldığına şahit oluyoruz. Özellikle Batılı ülkeler, insan haklarını kendi dış politik çıkarlarına uygun şekilde yorumlamakta ve çifte standart uygulamakta. Liberal demokratik değerleri savunduğunu iddia eden birçok devlet, İsrail’e silah satarak ya da diplomatik destek sağlayarak bu çifte standardı bizzat sergilemiştir. Bu süreçte uluslararası barış ve güvenlik mekanizmalarının da ne denli etkisiz kaldığını açıkça gördük. Siz gençlerin, ilerleyen yıllarda uluslararası hukukta büyük bir dönüşüme tanıklık edeceğinize inanıyorum. Ancak biz, bu tablo karşısında insan hakları mücadelesinden vazgeçmeyeceğiz. İnsan hakları sadece Batı’nın ürettiği ve sahip olduğu bir değer değildir. Bu kavram, insanın doğuştan sahip olduğu onuru ve varoluş hakkını temsil eder. Dolayısıyla bizler, bu mücadeleyi hem bireysel hem de kurumsal düzeyde sürdürmeye kararlıyız. Güzel bir söz var: ‘Seni karalamaya gerek yok ki, sen doğrularla meşgulsün.’ İşte biz de bu doğrularla meşgul olmaya devam edeceğiz. Uluslararası hukuk açısından baktığımızda, Gazze’de yaşananlar açık bir şekilde savaş suçu, insanlığa karşı işlenen suç ve soykırım kapsamına girmektedir. Raporumuzda da Birleşmiş Milletler kararları doğrultusunda bu ihlaller detaylı bir biçimde belgelenmiştir. İlgilenen arkadaşlarımız, raporumuzun ilgili bölümünden bu kararlara ulaşabilir. İsrail’in davranış biçimi, uluslararası toplumun alışık olduğu devlet reflekslerinden çok, bir terör örgütünün yöntemlerine benzemektedir. Kuruluş sürecinde illegal örgütlerle bağlantılı isimlerin devletin temel kurumlarını oluşturması, bugün yaşananların zeminini oluşturmuştur. Bugün İsrail’in kurucu elitleri, geçmişte bu yasa dışı örgütlerde yer almış, toprak gaspı ve katliamlarla geçmişi olan kişilerdir. Bu nedenle mevcut eylem biçimlerinin tarihsel bir sürekliliği vardır. Bu noktada sadece Araplara değil, geçmişte Batılılara yönelik suikastlar ve tehditler de bu örgütlerin sicilinde yer alır. Dolayısıyla İsrail’in sadece bir devlet değil, bir şiddet organizasyonu olarak değerlendirilmesi şaşırtıcı değildir.” dedi.

“Hakikatin karşısında inşa edilen her algı, bir gün mutlaka çöker”

Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Muhammed Hüseyin Mercan, “2023’ten bu yana yaşananlara baktığımızda, öncelikle şu gerçeği ifade etmek gerekir: Bu denli büyük bir acının, bu kadar derin bir insanlık dramının tarifi yoktur. Aynı şekilde, uluslararası toplumun bu konudaki ilgisizliği ve sessizliği de tarif edilemez boyuttadır. Sürecin genel çerçevesini ele aldığımızda şu soruyu sormak zorundayız: Gazze neden bu kadar acımasızca hedef alınıyor? İşgal devleti; tüm insanlığı karşısına almak, insani, hukuki, siyasi ve vicdani bütün normları hiçe saymak pahasına Gazze’yi neden yok etmeye çalışıyor? 7 Ekim 2023’te İzzeddin el-Kassam Tugayları tarafından gerçekleştirilen “Aksa Tufanı Operasyonu”, yalnızca askeri bir saldırı değil, aynı zamanda dünyada önemli bir kırılmaya neden olan tarihi bir gelişmeydi. Bu operasyon, işgal devletinin kurduğu iki büyük miti sarsmış ve hatta yerle bir etmiştir. Birinci kırılma psikolojikti. İşgal devleti, yıllarca yüksek teknolojiye sahip istihbarat kapasitesiyle bölgede her şeyi bilen ve kontrol eden bir yapı olarak lanse edildi. Hatta bu mit öyle kökleşti ki, çoğu zaman Müslüman coğrafyadaki insanlar bile bu efsaneye inandı. Ancak 7 Ekim sabahı bu mit çöktü. Kassam Tugayları’nın yer altı tünellerinde geliştirdiği sınırlı imkânlara sahip füzeler, işgal devletinin ‘Demir Kubbe’ savunma sistemini aşarak psikolojik üstünlüğü sarstı. İkinci kırılma ise epistemolojikti. Bilgi üretme, kavram inşa etme ve olayları adlandırma tekelini uzun yıllardır elinde tutan Siyonist yönetim, bu tekeli kaybetti. 2008’de Gazze’ye yönelik saldırıya ‘Dökme Kurşun’, 2012’de ‘Savunma Bulutu’, 2014’te ‘Koruyucu Hat’ isimleri verildi ve dünya medyası bu adlandırmaları sorgusuz kabul etti. Oysa Filistin tarafı bu saldırılara kendi anlam dünyasından isimler vermişti: ‘Furkan Savaşı’, ‘Siccil Savaşı’, ‘Asfim Mekkul’ diye.  Kimse bu kavramları kullanmadı ama 7 Ekim’de bu döngü kırıldı. Operasyonun adını artık işgal devleti koymadı. Dünyanın dört bir yanına bu hareket ‘Aksa Tufanı’ olarak duyuruldu. Filistinliler ilk kez kendi tarihlerinde bu kadar güçlü bir kavram inşa ettiler ve bunu dünya kamuoyuna kabul ettirdiler. Çünkü bu bir paradigma değişimiydi. Direniş artık savunma pozisyonundan çıkmıştı. Rahmetli Şeyh Ahmed Yasin’in dediği gibi: ‘Dirensek de öldürülüyoruz, direnmesek de. Biz şereflice ölmeyi tercih ettik.’ Bu operasyon, uluslararası sistemde “İsrail istisnacılığı” dediğimiz bir anlayışı da sarsmıştır. Yani, başka devletler için yasak olan birçok uygulamanın, İsrail için mübah görülmesi anlayışı artık sorgulanmaktadır.  Bu saldırı Filistin’de değil de Güney Amerika, Sahra Altı Afrika veya Güneydoğu Asya’da yaşansaydı ve saldırıyı gerçekleştiren İsrail değil de başka bir ülke olsaydı, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ertesi gün acil toplanıp o ülkeye yaptırım kararı almaz mıydı? Askeri müdahale seçeneğini gündeme getirmez miydi? Nitekim geçmişte Libya örneğinde olduğu gibi, BM Güvenlik Konseyi kararı olmadan, Batılı ülkeler doğrudan askeri müdahalede bulunmuşlardır. Bu da gösteriyor ki, uluslararası hukuk ve kurumlar, bugün hâlâ güçlü devletlerin iradesiyle şekillenmektedir. Ama bu gerçek, bizleri umutsuzluğa sürüklememelidir. Çünkü hakikatin karşısında inşa edilen her algı, bir gün mutlaka çöker.” diye konuştu.

Dinleyicilerin sorularının cevaplanmasının ardından Araştırma-Geliştirme Topluluğu Akademik Danışmanı Prof. Dr. Yahya Doğu ve İnsan Hak ve Hürriyetleri Topluluğu Akademik Danışmanı Dr. Öğr. Üyesi Sedat Hamdi Kızıl, Doç. Dr. Muhammed Hüseyin Mercan ve TİHEK üyesi Muhammet Ecevit Carti’ye teşekkür ederek hediye takdim etti.

Program, günün anısına fotoğraf çektirilmesi ile sona erdi.